Bölüm 10:
“Gelecekte Bizi Neler Bekliyor?”
Dikili Taş ile kaide arasındaki boşlukta rengarenk ışıklar parıldıyordu. Sonra mavi bir ışık kaidenin etrafını ve Suhan’ları çevreledi. Taş çevresinde müthiş bir titreşim hissedilmeye başladı. Bu sırada onlara doğru yaklaşan Alper’in;
“Hey! Durun beni bekleyin. Ne oluyor burada? Biliyordum…”
Diye bağırışı duyuldu. Alper ışıklar arasında ilerleyerek taşa ulaştı. Parıltıların arasında kaideye tırmanmaya başladı.
Mavi bir ışık taşın çevresini sararken yeşil bir ışık da taşın tepesinden gökyüzüne doğru yükseliyordu. Küçük bir sarsıntının ardından taşı çevreleyen mavi ışık ve gökyüzüne yükselen yeşil ışık azalarak kayboldu.
Suhan, Oğuz, Aytunç ve Asya kaidenin kenarında birbirlerine tutunmuş halde duruyorlardı. Şaşkın bir halde birbirlerine bakarken Alper’in de kaidenin üstünde olduğunu gördüler. Oğuz sinirlenip Alper’e doğru bağırarak:
“Ulan senin yüzünden gidemedik. Ne yaptın öyle?”
Alper gördüklerinin etkisinden çıkamamış bir şekilde Suhan’a da dönerek:
“Biliyordum. Siz bir şekilde gökyüzüne gidecektiniz. Ben de gelmek istedim. Hem neler oldu burada böyle?”
Asya kızgın bir ses tonuyla:
“Kardeşim sen başkalarının işine neden karışıyorsun ki? İster uzaya gideriz ister aya…”
Diyerek Alper’e seslenirken Aytunç eliyle çevreyi işaret ederek:
“Arkadaşlar buradan insek iyi olacak. Gelenler var.”
Dedi. Suhan yavaş yavaş inmeye başlarken diğer arkadaşları da inmeye başladılar. En son Alper de yanlarına gelince Suhan hepsine dönüp:
“Yeniden başka bir yerde deneyeceğiz arkadaşlar. Başlangıç enerjisi için de bir şeyler düşünelim. Şimdi hemen buradan uzaklaşalım ki artık deşifre falan olmayalım.”
Bu arada Alper ortamın gerginliğinden etkilenmiş olacak ki kenardan kenardan hızla uzaklaşır. Aytunç ise Suhan’a doğru elini kaldırarak:
“Suhan ile biz bu işi hallederiz. Onu yalnız bırakmayalım adamcağız yoruluyor belki…”
Çevredeki insanların meraklı bakışları arasında meydandan uzaklaşmaya başladılar. Aytunç arkadaşlarının dikkatini çekmek için hepsinin omuzlarına teker teker dokunur:
“Bakın Bakın! Çevre bizim bıraktığımız çevre değil arkadaşlar.”
Hepsi birden şaşkınlıkla etraflarını incelerler. Binalar, yollar, tabelalar bırakın Osmanlıyı, geldikleri 2025 yılından bile farklıdır. Göze tanıdık gelen ama anlamadıkları bir alfabeyle doludur caddenin her yanı. Kıyafetleri bile farklı insanlar çevrelerinde gezinmektedirler. Dördü birden ağızları açık etrafı seyrederken Alper’in bağırışları duyulur:
“Kardeşler olamaaz! Yardım edin bana.”
Tir tir titreyen Alper heyecandan hızlı hızlı nefes alarak:
“Medrese, mescid, evlerimiz, hiçbiri yerinde yok. Tanıdık tek insan yok.”
Suhan derin bir nefes alarak:
“Oğuz, sen Alper’e bizim yolculuğu anlat bari. Sanırım yine zaman değiştirdik ama mekan aynı. Sultan Ahmet camii, Topkapı Sarayı falan var ama diğer binalar, yollar, tabelalar farklılaşmış. Nerede ve ne zamanda olduğumuzu anlamamız lazım.”
Asya aklına bir şey gelmiş gibi sevinçli bir ifadeyle:
“Arkadaşlar. Topkapı Sarayı’na gidelim. Oranın durumu bize yol gösterebilir. Bakalım saray olarak mı duruyor yoksa müze falan mı. Hem müzeyse bir gezip çıkarız.”
Suhan Aytunç’u kolundan çekerek saraya doğru yöneldi. Oğuz en arkada Alper’e olanları anlatarak onları izliyordu. Sarayın kapısı pek kalabalık değildi. Kontrolden geçenler içeri alınıyor, fazla bekleme olmuyordu. İçeri giren insanlar farklı farklı dilleri konuşuyorlardı. Dolayısıyla kapıdaki görevliler de yabancı bir dil konuşuyorlardı. Sıra Aytunç’a gelince:
“Şey! Sarayı gezmek istiyoruz biz arkadaşlarla ama…”
Diye görevliye seslendi. Görevli önce Aytunç’un sonra diğerlerinin yüzüne bakarak:
“Siz Türk müsünüz? Nereden geliyorsunuz?”
Diye sordu. Hafif korkmuş bir ifadeyle Suhan söze girdi:
“Evet Türküz biz. Anadolu yakasından geliyoruz.”
Deyince hemen arkalardan iki görevli daha geldi. Aytunç ‘Ne yapacağız şimdi?’ Der gibi arkadaşlarına bakarken yeni gelen iki görevliden biri:
“Arkadaşları hemen içeri alın. Türkler için kontrol işlemi uygulanmaz. Hem gezerken de kendilerine eşlik edip yardımcı olun.”
Diye seslenerek yolu açtı. Hep birlikte içeri giren grup hem mutlu hem de şaşkınlıkla beklemeye başladılar. Yanlarına gelen bir görevli:
“Efendim size ben yardımcı olacağım. Önce nereyi gezmek istersiniz acaba?”
Asya öne geçerek:
“Bir elma varmış burada. Önce onu görmek istiyoruz.”
Görevli Asya’ya bakarak:
“Elma mı? Ne elması efendim anlamadım.”
Asya arkadaşlarının gülümser bakışları arasında:
“Elma canım, bildiğiniz elma işte. Çok meşhurmuş burada.”
Adam yardım ister bir tavırla diğerlerine bakıp:
“Kardeşler, anlamadım gerçekten. Bi yardımcı olsanız?”
Aytunç Asya’nın omzuna dokunarak:
“Burayı manav mı sandın yoksa? Amasya elması mı bu?”
Asya gözlerini iyice açarak:
“Elma yaa. Dünyanın en büyük elmasıymış. Adı da Kaşıkçı Elması mı ne.”
Alper kafasını kaşırken görevli de dahil olmak üzere ortalığı bir gülme alır. Herkes Asya’nın son sözleri üzerine karınlarını tuta tuta gülerken Suhan görevliye:
“Biz hangi yıldayız kardeş?”
Diye sorar. Görevli hem gülüp hem konuşmaya çalışır:
“Kusura bakmayın arkadaşlar. 2000 doğumluyum. 61 yaşına geldim daha böyle gülmemiştim.”
Suhan içinden; ‘Demek 2061 yılındayız. Bu görevliyi de gözüm bir yerden ısırıyor ama çıkaramadım.’ Diye düşünür…
-Bölüm Sonu-
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com